Tarihin kıyısında bir serhat: Iğdır. Aras Nehri’nin bereketli kucağında, Ağrı Dağı’nın gölgesinde, yüzyıllar boyunca doğu ile batının kesişim noktası olmuş bir coğrafya. 1828 yılında imzalanan Türkmençay Antlaşması ile Çarlık Rusyası’nın eline geçen bu kadim topraklar, 1917 Bolşevik Devrimi’ne kadar yaklaşık 90 yıl boyunca Rus idaresi altında kaldı. Bu dönem, Iğdır’da sadece harita sınırlarının değil, aynı zamanda siyasi, sosyal ve ekonomik dengelerin de derinden sarsıldığı yıllar oldu.
Ruslar için Iğdır yalnızca bir arazi parçası değil, Osmanlı’ya karşı askeri ve stratejik bir cepheydi. Bölge, Rus-Ermeni iş birliği ile adeta bir ileri karakol haline getirildi. Yerel idareler askeri hiyerarşiyle örgütlendi. Türk ve Müslüman ahalinin üzerindeki siyasi baskı her geçen yıl daha da arttı. Türk ve Müslümanlar askere ve memuriyete alınmadılar. Rusya, Ermeni nüfusunu bu bölgelere yerleştirerek demografik yapıyı değiştirmeye çalıştı.
19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren bu politikaların sonuçları kendini göstermeye başladı: Toprakları elinden alınan Türk köylüler, Pınarbaşı (Sıçanlı), Gedikli (Tavusgün) tarafındaki otlak ve yaylaların Ermenilere verilmesi, buralarda fahiş fiyatların uygulanması, idari görevlerden dışlanan yerel Müslüman unsurlar ve tedirgin bir halk tablosu…
Iğdır’ın toplumsal dokusu bu dönemde çok ciddi bir baskı altına alındı. Türk-Müslüman halk, ikinci sınıf vatandaş muamelesi görürken, bölgeye göç ettirilen Ermeniler hem ticarette hem de kamu yönetiminde hızla yükseltildi. Rus eğitim politikalarıyla açılan okullar, misyoner faaliyetleri ve kilise merkezli kültürel kurumlar sosyal ayrışmayı daha da derinleştirdi. Türklerin çoğu kendi eğitimini cami ve medreselerde sürdürebildi ya da tamamen eğitimin dışında kaldı. Azerbaycan Türkleri Güney Azerbaycan’a, Müslüman Kürtler ise Osmanlı’daki medreselere gittiler. Bölgede açılan Rus okullarında eğitimin Rusça olması ve Hristiyanlık derslerinin verilmesi nedeniyle, Türk ve Müslüman ahali bu okullara pek itibar etmedi.
1927 nüfus sayımında Iğdır ilinde okur-yazar oranı yalnızca %1,48’di. Bu oran, Rus işgali döneminde eğitimin ne kadar ihmal edildiğini açıkça göstermektedir. Halk arasında kültürel bir kırılmaya neden olan bu durum, aile yapısından geleneklere ve dini yaşantıya kadar her şeyi etkiledi.
Iğdır Ovası, yüzyıllardır tarım ve hayvancılıkla ayakta duran bir merkezdi. Bölgede pamuk, pirinç, buğday, arpa, meyve-sebze, dut ağacı ve ipek böceği yetiştiriciliği yaygındı. Aras Nehri boyunca dut ağaçları uzanırdı. Iğdır, bir sancak merkezi olarak tüm ticaretini İrevan Vilayeti ile yapmaktaydı. Hayvancılıkta kaçak geçişler ve hayvan hırsızlığı yaygındı. İran tarafından Ağrı Dağı’na kaçak geçen göçerler olduğu gibi, Osmanlı sınırında da benzer olaylar görülmekteydi. Rus sınır muhafızları bu olaylara müdahalede isteksiz ve yetersizdi. Rüşvet çarkı dönüyor, kaçakçılık her iki sınırda da yaygınlaşıyordu.
Rus idaresi, ekonomik yapıyı kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirdi. Toprakların önemli bir kısmı ya devletleştirildi ya da Rus ve Ermeni nüfusun eline geçti. Türk köylüler ağır vergiler altında ezildi. Sürgünler, zorla çalıştırmalar ve angarya sistemi, halkın geçimini daha da zorlaştırdı. Buna rağmen halk, yerel pazarlar, küçük çaplı ticaret ve aile üretimiyle yaşamını sürdürmeye çalıştı. İrevan Hanlığı dönemindeki ekonomik canlılık, yerini yarı-kapalı ve zoraki bir kırsal ekonomiye bıraktı.
Her şeye rağmen Iğdır halkı, kimliğini, inancını ve kültürünü korumayı başardı. Aşiret yapıları, akrabalık bağları, dini ve milli dayanışma; Azerbaycan Türkleri ile Kürtler arasında yaylalarda komşuluk, kirevelik, kız alıp verme yoluyla kurulan akrabalık ilişkileri, bölgede çoğunluğu oluşturan bu iki halk arasında güçlü bir bağın oluşmasını sağladı. Bu ilişkiler, halkın direnç noktalarından biri haline geldi. Camiler ve mescitler sadece ibadet yerleri değil, aynı zamanda halkın bir araya geldiği, haberleştiği ve direncini diri tuttuğu mekânlar oldu.
Özellikle 1905 sonrası Rusya’daki iç karışıklıklar ve 1914’te başlayan savaş süreciyle birlikte bölge halkı tekrar umutlanmaya başladı. Nihayet 1917 Bolşevik Devrimi ile Rus yönetimi çöktü ve bölge kısa sürede yeniden şekillenen siyasi güçlerin çatışma sahası haline geldi.
Bu dönemde Iğdır’da Azerbaycan Türkleri, Müslüman ve Ezidi Kürtler, Terekemeler, Ermeniler ile Rus asker ve memur aileleri birlikte yaşıyordu. Küçükbaş hayvancılık daha yaygındı. Sürüler, ilkbahar ve yaz aylarında Ağrı Dağı, Alagöz Dağları ile Tuzluca’daki yaylalara çıkarılırdı. Küçükbaş hayvancılık, özellikle Azerbaycan Türkleri ile Müslüman ve Ezidi Kürtler arasında yaygındı. Yerleşim yerleri genellikle ayrıydı ama bazı köylerde bir arada da yaşanabiliyordu.
Iğdır ili, 92 yıl boyunca işgal altında kaldı. Türkiye’nin en uzun süre işgal altında kalan ili oldu. Dar bir havzada soydaşlarıyla bağlantısı yaklaşık bir asır koparıldı. Mensubu olduğu İrevan Hanlığı Ruslarca işgal edilip yıkıldı. Baskı ve zulmün dibini gördü. Misak-ı Milli’de yer alamamasına rağmen umudunu yitirmedi, direndi; milli ve manevi bağlarından kopmadı, benliğini korudu. Nihayetinde, devletinin yanında yer alarak Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün öngörüsüyle anavatana katıldı. Bugün, Batı Azerbaycan İrevan Hanlığı’ndan Türk dünyasının elinde kalan tek yadigâr, kadim Türk yurdudur.
Son Söz
Iğdır’ın 1828-1917 yılları arasındaki Rus işgali dönemi yalnızca bir işgal hikâyesi değil; aynı zamanda bir varoluş mücadelesidir. Sınırda kalmış bir halkın kültürünü, toprağını ve onurunu korumak için verdiği sessiz ama onurlu direnişin adıdır. Bu dönem, bugün hâlâ Iğdır’ın toplumsal hafızasında derin izler taşımaktadır. Ve biz tarihçiler için, bu izleri anlamak, aktarmak ve unutturmamak asli bir görevdir.
Yorumlar
Kalan Karakter: