Her memleketin insanını yoğuran bir ırmak, bir dağ vardır. Iğdır için bu iki kutsal unsurun adı Aras ve Ağrı’dır. Aras, sadece bir nehir değildir; tarih boyunca hem ayıran hem birleştiren bir kader çizgisi olmuştur. Ağrı Dağı ise, Iğdır ovasına bakan heybetiyle, bu toprakların hem sükûnetinin hem direncinin simgesidir. Bu iki unsur, Iğdır insanının kimliğinde, duygularında ve sosyal dokusunda birbirine kenetlenen iki damardır.
Aras: Bir Nehirden Fazlası
Aras Nehri, tarih boyunca medeniyetlerin, halkların, aşiretlerin geçiş yolu olmuştur. Milattan önceki çağlardan itibaren bu havzada kurulan Urartu, Pers, Med ve daha sonra Türk boyları ve devletleri, Aras’ın bereketli suyundan, onun etrafındaki verimli topraklardan beslenmişlerdir.
Ancak Aras, sadece bir yaşam kaynağı değil, aynı zamanda bir ayrılığın sembolüdür. 1828 Türkmençay Antlaşması ile Aras, iki yakayı –yani Kuzey Azerbaycan ile Güneybatı Azerbaycan’ı– ayıran bir sınır haline geldi. O günden sonra Iğdır insanı, karşı kıyıda kalan kardeşlerine özlemle bakar oldu. Aras’ın sularında akan sadece su değil, ayrılığın, hasretin ve kimlik bilincinin hatırasıdır.
Aras, Iğdır halkının türkülerinde, destanlarında, ninnilerinde hep bir sızıdır:
“Aras'ı ayırdılar. Kum ile doldurdular;. Ben senden ayrılmazdım. Zor ile ayırdılar,. Bu bir şiirden çok bir duygunun değil, bir tarihsel travmanın, bölünmüşlüğün ifadesidir. Ama aynı zamanda bir direnişin de göstergesidir; çünkü Iğdır insanı, Aras’ın iki yakasında yaşayanları kardeş bilmekten, aynı kültürün parçası saymaktan hiç vazgeçmemiştir.
Ağrı Dağı: Sükûnetin ve Direncin Sembolü
Ağrı Dağı, Iğdır ovasına tepeden bakan, sabahın ilk ışıklarını en önce karşılayan bir kutsal varlık gibidir. Yalnızca coğrafi bir yapı değil, Iğdır insanının iç dünyasının yansımasıdır.
Ağrı, sabırdır. Ağrı, vakar ve direniştir. Her kar tabakasında tarih vardır; Nuh’un Gemisi efsanesinde insanlığın yeniden doğuşunu, Türk mitolojisinde ise kutsal dağ anlayışını barındırır. Bu yönüyle Ağrı Dağı, Iğdır insanının inanç sisteminde de yer etmiş, halk dilinde “bizim dağımız” diye anılmıştır. Türk insanın Altay ve Tanrı dağları ile özdeşleştirdiği Yaylağı, otlağı ve obasıdır.
Ağrı Dağı’nın eteklerinden esen rüzgâr, Aras’ın suyuna karışır; biri yüksekliğin, biri derinliğin simgesidir. Bu ikili denge, Iğdır insanının karakterinde de görülür: hem mütevazıdır, hem onurlu; hem duygusaldır, hem dirençlidir.
Tarihî ve Sosyolojik Bir Bütünlük
Iğdır, tarih boyunca göçlerin, savaşların, kültürlerin kavşağında bir sınır şehri olmuştur. Aras’ın kıyısında ve Ağrı’nın gölgesinde yaşamak, burada insanlara hem temkinli hem de misafirperver olmayı öğretmiştir.
Sosyolojik açıdan bakıldığında, bu iki doğa unsuru, Iğdır halkının dayanışma, sınır bilinci, aidiyet ve kültürel çeşitlilik gibi değerlerini biçimlendirmiştir. Her köyde Aras’a, her hikâyede Ağrı’ya bir gönderme vardır. Çünkü Iğdır’da kimlik, coğrafyayla iç içedir.
Bir Kimliğin Sessiz Tanıkları
Bugün Iğdır’a dışarıdan bakan biri, bu toprakların bereketini, düzlüğünü, yeşilliğini görür. Ama Iğdırlı bilir ki, bu bereketin ardında Aras’ın hüznü, Ağrı’nın sükûtu vardır.
Her sabah Ağrı Dağı’na bakarak güne başlayan, akşamüstü Aras’ın suyunda gölgelerini izleyen insanlar, farkında olmadan bir medeniyet bilincini her gün yeniden yaşatırlar.
Sonuç Yerine
Aras ile Ağrı, Iğdır için sadece coğrafi unsurlar değil; birer kimlik harfidir. Aras ayrılığın, Ağrı vakar ve direncin harfidir. Bu iki sembol birleştiğinde “Iğdır” kelimesi anlamını bulur.
Bu yüzden Iğdır insanı, su gibi akar ama dağ gibi dik durur. Çünkü onun içinde hem Aras’ın sesi, hem Ağrı’nın gölgesi vardır.
Yorumlar
Kalan Karakter: