Toplumların karakteri, mutlu günlerinde değil; acı ve yas anlarında ortaya çıkar. Türk kültüründe cenaze, asırlardır vakar, sadelik ve dayanışma ile anılan bir süreçtir. Hunlardan Günümüze kadar uzanan Türk töresinde cenaze evine yük olunmaz, aksine yükü hafifletilir. Yas tutan aile yemek yapmak zorunda bırakılmaz; komşular, akrabalar ve mahalle halkı cenaze evine yemek götürerek desteğini gösterirdi.
Bugün ise bu köklü gelenek, tam tersine dönmüş durumda.
Cenaze evinde verilen yemekler bir kültür değil, adeta bir zorunluluk ve ticari sektör hâline gelmiş.
Acısını Yaşayamayan İnsanlar, Yemek Telaşına Gömülüyor
Bir, üç, yedi, kırk, elli iki derken insanların acılarını sindirmeye fırsat bulamadıkları bir süreç yaşıyoruz.
Cenaze evi taziye yeri olmaktan çıkıp, mutfak kazanlarının kaynadığı bir lokantaya dönüşüyor.
Durumu iyi olan da olmayan da bu yükün altına giriyor.
Kimi borç alıyor, kimi kredi çekiyor, kimi de geride kalan çocuklarının rızkını, sadece “el alem ne der” korkusuyla harcamak zorunda kalıyor.
Bugün Türkiye’nin birçok yerinde olduğu gibi Iğdır’da da bu uygulamalar ısrarla sürdürülüyor.
Hoca Parası, Gösteriş ve Rekabet: Ne Dinde Var, Ne Törede
Cenaze evine gelen hocaya para verme konusu da dar gelirli aileleri perişan eden bir başka yanlış uygulama.
İbadet ve Kur’an okumak, ücret karşılığı yapılacak bir ticari faaliyet değildir. Bu anlayış ne İslam’ın ruhunda vardır, ne de Türk kültüründe.
Nevruz’da veya “ölü bayramı” olarak bilinen günlerde bazı kişilerin ölen yakınlarına Kur’an okutmak için birbirleriyle yarışmaları, gösteriş yapmaları, tamamen geleneğin özünden kopmuş bir davranıştır.
İslam’da esastır:
Niyet güzel değilse yapılan işin bir değeri yoktur.
Cenaze Evi Taziyeden Çok İkram Alanına Dönüşmüş Durumda
Cenaze evinde çay, su, tatlı, hurma, pilav, cacık, etli yemek…
Liste o kadar uzuyor ki, artık cenazenin kendisi konuşulmuyor, “kaç kişi geldi, kaç tencere yemek yetti” konuşuluyor.
Bazı yerlerde cenazeye hizmet eden kişilerden istenen yüksek ücretler de cabası.
Bu, acı içindeki insanlara yapılabilecek en büyük haksızlıklardan biridir.
Cenazede:
• yüksek sesle gülmek
• dedikodu yapmak
• çocukları koşuşturmak
• ikinci kez çay – yemek istemek
• cenaze evinden yiyecek paketleyip eve götürmek
gibi saygısızlıkların yaygınlaşması da toplum adabımız açısından düşündürücü bir durumdur.
Cenaze, bir ağırlık ve ciddiyet yeridir; neşenin, dedikodunun, israfın, ticaretin değil.
Doğru Olan Ne?
Artık bu yanlış uygulamaları terk etmenin zamanı geldi.
Cenaze evinde yemek verilmesini tamamen kaldırmak,
bunun yerine acılı aileye destek olmak, moral vermek, acısı hafifleyene kadar yemek götürmek, insanlığın da, kültürün de gereğidir. Geleneği yaşatmanın yolu budur.
Eğer bir hayır yapılacaksa, gösterişle değil;
• yoksullara,
• yoksul öğrencilere,
• okullara,
• camilere,
• çeşmelere,
• toplum yararına yapılacak kalıcı hizmetlere
destek vererek yapılmalıdır. Asıl sevap da budur.
Kur’an Diriler İçindir, Gösteriş İçin Değil
İslam inancına göre insan öldüğünde amel defteri kapanır.
Ancak üç şey onun amel defterini açık tutar:
1. Arkada bırakılan hayırlı eserler (yol, okul, cami, çeşme…)
2. Faydası devam eden ilim
3. Hayırlı evlat
Gerisi ne insanlıkla bağdaşır ne de dinle.
Ölen kişinin ardından verilen gösterişli yemeklerin, yapılan israfın ona bir faydası yoktur.
Kur’an-ı Kerim açıkça der:
Kur’an diriler içindir.
Ölüye gönderilecek en değerli şey ise dua ve sadakadır; gösteriş değil.
Son Söz: Acıya Saygı, Yas’a Hürmet
Cenazelerimizi geleneğimize uygun hale getirmek, acıya saygı duyduğumuzun göstergesidir.
İnsanların zaten zor olan yas süreçlerini daha da ağırlaştırmak değil, onların yükünü hafifletmek bizim görevimizdir.
Cenazeyi bir ikram yarışı, bir gösteriş alanı veya bir ticari fırsat görmenin son bulması gerekiyor.
Bizim geleneğimizin temelinde dayanışma, sadelik ve saygı vardır.
Bunu yaşatmak da yine bize düşüyor.
Yorumlar
Kalan Karakter: