Iğdır’a gittiğimizin üçüncü günü ulaştığımız Melekli Beldesi yolculuğumuzun en duru anlarından biriydi… Daha o sabah oraya gitmeye karar vermiştik. Sessiz, sakin ama bir o kadar da köklü bir tarihin izlerini taşıyan bu beldede beni en çok etkileyen yer, hiç şüphesiz Ata Ocağı Kültür ve Sanat Evi oldu.
Dr. Mehmet Kum, Eşi Ayşegül Kum, Baldızı Leyla Eroğlu, Aslıhan Tüylüoğlu ve ben, eski bir hatıranın peşinde, zamanın taşlarına basa basa ilerledik. Ağrı Dağı’nın gölgesinde Melekli’de yükselen o taş ev, geçmişten bugüne dimdik duran bir sessizlik çağrısıydı sanki.
Ata Ocağı, araştırmacı yazar Coşkun Oluz’un ellerinde bir sanat galerisine dönüşmüştü. Atadan kalma bu evin taşlarına tarihin sesi sinmiş, sessizliğin sesi yerleşmişti. Yörede "Balahana" olarak bilinen bu evlerin bir diğer anlamı çok daha derin: dededen kalma, herkesin bir gün yeniden buluşabileceği kutsal bir mekân…
Biz de zamana yolculuk gibi ağır adımlarla Sanat Sokağının girişinde karşımıza çıkan bu mekâna büyülenmiş bir şekilde girdik. Bahçe kapısından adım atınca, Etnografya Müzesinde buluyorsunuz kendinizi.
Sevgili Ayşegül Oluz’un gülümsemesiyle karşılandık. Bu içtenlikle ısınan hava, semaverin tüten dumanıyla daha da huzurluydu. Masanın üstünde mevsimin cömertliği taze meyveler, çayın buğusu ve dostluğun içtenliği vardı. Sanki zaman durdu. Sadece anılar konuştu, biz dinledik…
Derinden bakıldığında, Ata Ocağı, yalnızca bir yapı değil, adeta eski çağın temsilcisi… Yörenin geleneksel ev mimarisiyle inşa edilmiş bu ev, hem kültür hem sanat hem de tarihle yoğrulmuş bir merkezdi. İçerisi sadece resimlerle değil, anıların rengiyle doluydu. Her köşesi geçmişe açılan bir pencere, her duvarı içimizi titreten bir şiirdi.
Arkadaşım Aslıhan Tüylüoğlu ile dikkatlice her nesneye zamanın gözüyle bakarken, Ata Ocağı’nın bir başka güzel yönü dikkatimizi çekti. Orası aynı zamanda bir sanat atölyesiydi… Nefesim bakışımla yarıştı. Iğdır’a özgü biblo, heykel ve hediyelik eşyaların üretildiği bu alan, yürek yüreğe beni izle diyordu.
Iğdır’ın geçmişine ait tarım aletleri, eski mutfak eşyaları, yöresel kıyafetler, bu topraklarda yaşamış insanların gündelik hayatına dair sessiz ama etkileyici bir anlatım sunuyordu. Raflarda sergilenen eşyaların her biri, sanki bir hikâye fısıldıyordu kulağımıza. Çocukluğumda annemin babamın kullandığı mutfak, bahçe ve tarım aletleri beni selamlıyor gibiydi.
O gün o bahçede, yüz yıllık suskunluklar bir yudum çayın içinden geçmiş gibi yüreğimize aktı. Bir ev sadece duvarlardan ibaret değildir, bazen insan geçmişiyle barışır orada. O gün biz, Melekli’de bir evin kalbine konuk olduk. Çünkü bazı buluşmalar sadece mekânda değil, ruhta gerçekleşir. Ata Ocağından çıktığımızda zamanın kalbinden çıkar gibiydik.
Çeşmenin Taşında Akan İsimler:
2/3
Ata Ocağı sadece bir kültürel miras değil, aynı zamanda duygusal bir sığınak gibiydi. Bahçeye girmeden önce Şairler Çeşmesinden yükselen o sessiz yankı yüzüme çarptı. Edebiyatımızda iz bırakan, bölgeyle bir şekilde ilişkilendirilmiş onlarca sanatçının taşa kazınmış adı dikkatimi çekti. Su akmıyordu yalnızca, yılların emeği, dizelerin gölgesi, yaşanmışlığın kokusu da akıyordu o çeşmeden. Bazı adları okurla da paylaşmak istedim.
Bir bir göz gezdirdim isimlere;
Nizamettin Onk: Iğdır’ın dokusu hakkında araştırmacı yazar... Iğdır hakkındaki kitapları Anadolu’nun gizli özü, her dizesi bir ağıt, bir umut gibi yüreğe akıyordu orada…
Ataol Behramoğlu: Adı çeşme taşında dağ gibi duruyordu; ağır, onurlu, gölgeli.
Veysel Çolak: Şiirin direngen tarafıydı orada. Sözcüklerin susmayı seçtiği yerde konuşan bir şair... Adını çeşmede görmek edebiyatın omurgasını selamlamak gibiydi.
Mücahit Özden Hun: Kaleminin ucu tarih kokar, sözleriyle yurt yeşerir. Her harfiyle geçmişe, geleceğe iz düşüyordu çeşmenin sularında..
Arife Kalender: Adı ve yazdıkları ince bir sabırla süzülüyordu mermerden. Onun adı çeşmede usulca akan suya duygu katan bir yankı gibiydi.
Tuğrul Keskin: Sanki Ağrı Dağı’na haykıran bir şiir gibi sertti. Onun adı hem geçmişin hem geleceğin sesiydi.
Aslıhan Tüylüoğlu: Bir kadın kalbinin bütün inceliğiyle taşın göğsüne yazılmıştı. Onun adını çeşmede görmek sözcüklerin su gibi akışına tanıklık etmek gibiydi.
Dr. Mehmet Kum: Sözcükleriyle hem bireysel hem toplumsal hafızaya dokunan metinleriyle, hem içsel bir yolculuk hem de insanlık durumu değinmeleri taşıyan izlerini çeşme başına sermiş gibiydi.
İrfan Murat Yıldırım: Hem hoca, hem şair… Melekli’nin çeşmesinde adı, belleğimizde dizeleri var. Kendisi bu dünyadan göçtü, adı orada yaşıyor.
Dilek Özkan: Gülüşünde şiir de serinliyordu. Şairler çeşmesinde adı bir derinlikli sesin sudaki yansısı gibi duruyordu.
Tuğşat Ata Türkmen: Onun adını görmek bana “Küçelere Su Serpmişem” kitabını hatırlattı. İnsanın iç dünyasını evrensellikle buluşturan bu şairin de adı unutulmamıştı çeşmede…
Ziya Zakir Acar: Sadece kalemiyle değil, belleğimizde bıraktığı Iğdır ve yöresi hakkında araştırma izleriyle de oradaydı.
Nihat Behram: Politik duruşu şiirine cesaret ve derinlik katarken, çeşme başında onun adı, iç içe geçmiş sevda ve mücadelenin sulara selamı gibiydi.
Aygün Eroğlu: Ülkemiz ile Azerbaycan ve İran Edebiyatları arasında köprüler kuran çalışmaları ile tanınan şair ve yazarımızın adı da çeşme taşında yer almıştı.
Emir Şıktaş: Kalemi haberle yoğrulmuş, yüreği şiirle… Gazeteci bakışıyla görüp, şair yüreğiyle anlatan bu halk ozanının adı çeşmeye yakışmıştı.
Yurtseven Şen: Çağdaş imgelerle kurduğu halk şiiri duyguları kabartıyordu.
Bir yerde kendi adımı gördüm; Fatma Aras. İçim sızladı. İnsan adını bir taşta görünce hem gururlanıyor, hem de sessiz bir sınava girmiş gibi ürperiyor. Çünkü o taşa kazınan sadece bir isim değil, ömür boyu kurduğum hayalin, yazdığım her dizeye tanıklık eden sonsuz bir sessizliğin yansımasıydı.
Görünmeyen Kahramanlar
Adını anımsayamadığım, yörede doğup büyümüş pek çok yazar çizer ismi daha vardı o çeşmede… Halk şiiri, düz yazı vs gibi yazılarla yüreğini suya katanlar…
Belki sessizdi adımları edebiyat dünyasında, ama bu onurlu çeşmenin duvarında hepsi birer konuktu. Bir damla emekle, bir dizeyle, bir cümleyle iz bırakanlardı…
“Şairler geçer, şiir kalır” derler. Ama orada, o çeşmede, şairler de kalmıştı. Birlikte, omuz omuza... Su gibi akan zamanın içinde, bir taşa ad olmuş yüreğin tanıklığında.
3/3
Iğdır’a yolu düşen herkese tavsiyem, Melekli'deki Ata Ocağı’na mutlaka uğramaları. Çünkü burası, sadece geçmişi görmek için değil; aynı zamanda geçmişi anlamak, hissetmek ve geleceğe taşımak için ziyaret edilmesi gereken özel bir yer.
Yorumlar
Kalan Karakter: