2014 yılında Altın Kalemler şiir etkinliği için Iğdır’a davet edilmiştim. İlk gün annemin mezarını ziyarete gittiğimde, Hüznümü bastım yüreğime. Sol yanım avuçlarımdaydı. Karşılaştığım manzara içimi burkmuştu.
Çırılçıplak bir toprak... Ne gölge veren bir ağaç, ne rüzgârla fısıldaşan yaprak sesi. Sanki ölüler bile kavruluyordu yaz güneşi altında.
Aynı kentte Narıncoğlu Bağındaki mezarlık bir orman gibi ama Hakveyis mezarlığı kumsal bir kır alanı gibiydi. Bahçesinde yürürken başına bir karış güneş düşmeyen annem güneşin altında yatıyordu.
O günü ölümsüzleştirmek için bir fotoğraf çektim. Bir süre sonra bu fotoğrafı sosyal medyada paylaştım. Altına şair, yazar, şiir düşünürü Veysel Çolak Hocam yorum yaptı: “Bu ne ölüye saygısızlık, bu kadar yeşilin ortasında mezarlık kupkuru! Ağaçsız mezarlık mı olur?” diye bir kınama yazısı yazmıştı.
Yüreğimde bir yer titredi. Sanki o mezarlıktan ben sorumluydum. Ama haklıydı. Meğer ölüye gölge, dirinin duası kadar gerekirmiş.
Bir şeyler üretmeye çalıştım. Çeşme çekeyim, ağaç dikeyim ama ekonomik şartlar önüme çıktı. Yüzlerce mezar var kime ulaşacaktım.
O dönem Iğdır’da vali yardımcısı olan Mevlit Özmen bizi etkinlikte makamında ağırlamıştı. Ona bir dilekçe yazdım. Hocamın yazısını adıyla tırnak içine alarak dilekçeme ekledim. “Bu ne ölüye saygısızlık, bu kadar yeşilin ortasında mezarlık kupkuru! Ağaçsız mezarlık mı olur?” diye derdimi anlattım, hatta biraz da şiirleştirdim: “Bir ağaç gölgesi düşsün annemin taşına, kuşlar gelsin, ötüşsün mezar başına…”
Sağ olsunlar, bir cümle geldi: “İlgili makama ileteceğim…” Ama yüreğimde bir kuş kanat çırptı. Sanki annemin mezarına gölgeler yürüyecek, bir ağaç yeşerecek gibi…
O gün, devletin dili bir şiire dönüştü benim için. Toprağın dili çözülmüş, bir umut çatlamıştı içimde. Yüreğimde bir kıvılcım, bir gözümde uzun bekleyişler…
Belki söz de tozlanır, belki bir çınar olur düşüncesiyle bekledim. İlk kez bir dilekçenin arkasına dua da eklemiştim.
Aradan bir yıl geçti 15 Temmuz olayları, yer değişiklikleri, bir daha Mevlit Bey’e ulaşamadım.
Bu yıl (2025)
Dr. Yazar Mehmet zKum'un davetiyle Aslıhan Tüylüoğlu arkadaşımla Iğdır'a gittik. Ertesi gün Sağ olsunlar Mehmet Kum, eşi Ayşegül Kum ve arkadaşım Aslıhan'la tekrar aynı mezarlığa gittim. Beni karşılayan manzara karşısında bir an mezar taşlarına sarılasım geldi. O kupkuru toprak şimdi ormana dönmüştü! Ağaçlar başını göğe kaldırmış, mezarlar arasında gölgeler gezinmeye başlamıştı. Kuşlar dallarında şarkılar söylüyordu. Rüzgâr, ağaçların yapraklarıyla dua okuyordu sanki.
Artık orada bir dinlenme alanı vardı, çeşmelerden sular akıyor, hatta bir bankta oturup çay içsen kimse garipsemezdi. Ölüler huzurlu, diriler serin. İşte doğanın döngüsü...
Toprağa karışan bedenler, şimdi kuşlara yuva, meyvelere tat, ağaçlara can olmuştu.
Diyorum ya insan teni bile, yeterince beklerse doğaya hizmet ediyor. Bilindiği gibi insan bedeni toprağa karıştığında en verimli gübrelerden biri olur. Bu ağaçlar, o bedenlerden besleniyor. Kuşlar, meyvelerinden faydalanıyor. Böcekler, dallarında yuva yapıyor.
Ölüm, doğanın döngüsünde yeni bir hayatın başlangıcı oluyor.
Annem ölmüştü… Annemi gömmüştük… Kırsal bir mezarlıkta yıllar geçti.
Eski kurak mezarlık diye düşündüğüm için, bu sene (2025) gidişimde yine, su ve kuşlar için buğday, mısır alacaktım. Toprak da susar, bizlerin susadığı gibi… Bir yudum su dökeriz mezara, hem ruh serinlesin diye hem de çiçekler yeşersin diye. Belki bir çiçek çıkar belki annem uykusunda gülümser…
Her gidişimde, Anneme ve anneme komşu mezarlarına bir avuç hayat bırakırdım toprağın üstüne. Kuşlar gelsin isterdim, ötüşleri anneme ninni, kanat sesleri selam olsun. Ben kenardan izlerdim… Gökyüzü inerdi mezarlığa, birkaç kuşla birlikte yüreğim de konardı taşların başına.
Mezarlığın yeni halinden haberim yoktu… Marketin rafından 5 litrelik suyu alırken, parmaklarım değil, anılarım uzandı geçmişe. Birden annemin yokluğu düştü içime, bir ömürlük susuzluk gibi…
Annemin vefatından bir yıl sonra, babam yeni bir hayata adım attı. O gün ablam ve eniştem bir testi suyu mezarlığın üstünde kırmışlardı. “Ruhu serinlesin,” demişlerdi. O testi kırıldı belki ama içindeki özlem hiç eksilmedi.
Yıllar sonra bu yıl gidişimde, mezarının başında piknik yapan bir serçe ailesiyle göz göze geldim. Biri gagasında kırmızı dut taşıyordu. Belli ki hayat devam ediyordu. Küçük bir ormana dönmüştü mezarlık.
Burada sevgili Mevlüt Özmen’i anmadan geçemeyeceğim. O verdiği söz zamanın tozlu rafında kaybolmamıştı. O söz yerde mi kaldı, birileri mi parlattı? Ama ilgili makam o mezarlığı parlatmıştı. Yüreğine bin selam olsun.
Mezarlıktan ayrılırken yolculukta okumak için çantama koyduğum Veysel Çolak hocamın bir şiir kitabını annemin yanındaki bir ağacın dalına oydum.
Bazı şiirler sadece kitaplara değil, toprağa da yazılır. Veysel Çolak Hocamın dizeleri, o ağacın yapraklarında kaldı. Rüzgâr esince belki anneme okur, belki oradan geçen bir kuş taşır başka bir mezara...
O mezarlığa ruh katan duyarlı Iğdır halkına kalben teşekkür ediyorum.
Yorumlar
Kalan Karakter: