Bir yolculuğun insana neler öğreteceğini kestirmek güçtür. Bazen bir dağın gölgesiyle konuşursun, bazen de bir taşın sessizliğinde geçmişin yankısını işitirsin.
15 Haziran sabahı, Aslıhan Tüylüoğlu, Mutlu Aras ve ben, üç dost, Doğubayazıt yoluna düştük. Şehre vardığımızda, Ağrı Dağı’nın eteklerine serilmiş eşsiz coğrafya bizi selamladı. İshak Paşa Sarayı’nı gördükten sonra rotamızı Ahmedê Xanî’nin türbesine çevirdik.
Taşına, toprağına bilgelik sinmiş Doğubayazıt’ta, o büyük düşünürün türbesine sessiz adımlarla ilerledik. Her adımda içimdeki boşluk doluyor, geçmişle bugün arasında görünmez bir köprü kuruluyordu. Çünkü bazı hayatlar, yalnızca bir millete değil, tüm insanlığa aittir. Ahmedi Xanî de işte o nadir insanlardan biriydi.
Türbeye yaklaştıkça rüzgârın bile farklı estiğini hissettik. Türbenin taşları sessizdi; ama o sessizlik, dağ gibi ağır bir anlam taşıyordu. Sanki kelimelerin dili susmuş, yerini toprağın dili almıştı.
Ahmedi Xanî’nin türbesi önünde dururken, onun sesinin yalnız bir halkın değil, bütün insanlığın vicdanına hitap ettiğini düşündüm. Dil farklıydı, coğrafya farklıydı; ama acı aynı, sevda aynı, umut aynıydı. Onun dizelerinde yankılanan hakikat, yüzyıllar sonra bile dağların taşların içinden geçip kalplere dokunabiliyordu.
Türbenin hemen önünde birkaç seyit mezarı daha vardı. Onlara dua ederken bile sessizliğin dili konuşuyordu. Xanî’nin duruşu sevgiyi, birliği ve haksızlığa karşı adaleti temsil ediyordu.
Kaleminden dökülenler yalnız Kürt halkına değil, bu topraklarda doğmuş her yüreğe hitap eder. Mem û Zîn’i okurken, bir aşkın ardına gizlenmiş özgürlük çığlığını duymamak mümkün müdür?
İçeride, tabutunun başında dua ederken içimden şu düşünce geçti: Bazen kelimeler bir milleti değil, insanlığı anlatır. Bazı insanlar yalnızca kendi halklarını değil, bütün insanlığı omuzlarında taşır. Ahmedê Xanî işte böyle bir kalemdi. Onun dizeleri dillerin ötesinden konuşur hem halkının hem insanlığın yazıcısıdır.
Orada, onun kelamında ve Mem û Zîn’inde aşkını, davası uğruna yanan yüreğini anlamaya çalıştım. Fakat ne bir şiir ne bir kitap ne de bir anlatı... Hiçbiri, onun mezarı başında duyulan his kadar derin değildir.
Başımı önüne eğdiğimde anladım ki: Gerçek edebiyat, insanı insana bağlayan köprüdür.
Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Yazıma ikinci göz olan Mücahit Özden Hun'a teşekkür ediyorum.
Fotoğraf: Mücahit Özden Hun
Yorumlar
Kalan Karakter: