Balkonumdaki küçük saksıda bir mucize büyüttüm. Ne altında bereketli toprak vardı ne başında Iğdır güneşi. Ama yüreğimde, geçmişe uzanan bir özlem, bir tohum gibi gizliydi.
Bir gün, bir avuç pamuk tohumu ektim o saksıya. Ne çıkar demedim. İçimde çocukluğumun tarlalarında koşan beyaz etekli kızın hayaliyle, o toprağa sadece tohum değil, bir zaman dilimi serptim. Toprak çatladı, yeşerdi, can verdi. Beş çiçek açtı. Üçü meyveye durdu. Kozalaklar kabardı, çatladı ve pamuk saçtı.
O sabah, ellerimle saksıya sevgi yayarken, Iğdır'ın Beyaz Bereketi Zamanın tozlu perdesi aralandı, bir zamanlar Iğdır Ovası'na can veren bereketin sessiz yankıları duyar gibi oldum. Bir zamanlar pamuğun kokusu yayılırdı her yana; toprağın teriyle, güneşin sıcaklığıyla ve Ağrı Dağı’nın soğuk nefesiyle yoğrulmuş bir koku... Bu koku, bir dönemin emeğini, umudunu ve zenginliğini fısıldadı kulağıma.
Iğdır’ın o sıcak ve bereketli günlerinde, pamuk demek sadece bir ürün değil, bir yaşam biçimiydi. Tarlalar güneşle yarışırdı, çocuklar pamuk çuvallarının arasında saklambaç oynardı. Evin en küçüğü bile bir avuç pamuk toplar, bir yetişkin gibi övünürdü. Kadınlar şalvarlarına doldurur, erkekler taşıma sırasına girerdi. Akşamüstü olduğunda ovada yalnızca yorgunluk değil, gurur da dinlenirdi.
O yıllarda, Iğdır'ın bereket çarkları, yani çırçır fabrikaları döner dururdu. Pamuk toplayan tüccarlar, her köyde birer pamuk meleği gibi gezer, bembeyaz kozalakları toplardı.
Yüreği heyecanla atan bu insanlar için her bir pamuk lifi, gelecek güzel günlerin habercisiydi.
Fabrikaların bulunduğu mahalle, adını bu emek şöleninden almıştı: “Çırçır Mahallesi.” Gürültüsü, uğultusu ve telaşıyla burası, Iğdır'ın kalbi gibi atardı.
Şimdi ise, o gürültülerin yerini hüzünlü bir sessizlik almış. Zamana yenik düşmüş, paslanmış çarklar ve makineler, bir zamanlar hayat dolu olan o günlerin sessiz tanıkları olarak öylece duruyor. Belli ki, her biri binlerce hikayeyi, nice insanın emeğini ve alın terini içinde saklıyor. Sırtı yanık, elleri çatlak annelerin diz çöküp topladığı pamuklar, yere düşen her tanesiyle bir hikâye anlatıyordu kozalaktan pamuk çekerken.
Ama şimdi? Şimdi o pamuk tarlaları yok. Yerlerini beton almış, beyazın yerini gri doldurmuş. Çocukların top oynadığı tarlalarda artık kamyonlar park ediyor. Ovanın pamuğu değil, betonu taşınıyor. Ne güneş eskisi gibi dokunuyor toprağa, ne de rüzgar pamuk tüylerini uçuruyor göğe. Ben ise balkonumdaki o saksıya her sabah su verirken, geçmişin beyaz eteğini tutuyorum. Bir kadının, bir annenin, bir çocuğun, bir kentin hatırasını.
Iğdır'ın pamuğu için ne güzel bir inanış vardı: "Pamuk, rengini Ağrı Dağı'nın zirvesindeki kardan alır." Bu efsane, sadece pamuğun rengini değil, aynı zamanda Iğdır'ın ruhunu da yansıtıyordu. Beyazın en saf hali, yükseklerin temizliği ve dağın asil duruşu... Bu inanış, Iğdır'ın toprağında yetişen her bir pamuk lifini özel kılıyor, ona eşsiz bir değer katıyordu. Bugün o çarklar dönmüyor belki, ama anıları hala capcanlı. O bembeyaz pamuklar, o çalışkan eller ve o heyecanlı kalpler, Iğdır'ın hafızasından asla silinmeyecek. Çünkü onlar, bu şehrin sadece geçmişi değil, aynı zamanda kimliği ve ruhudur.
Pamuk artık sadece bir tekstil ürünü değil, bir hafıza kutusu benim için. O üç kozalak, Iğdır’ın üç mevsimi gibi baharı umut, yazı emek, sonbaharı sessizlik.
Bazen çocukluğum koşup geliyor rüyalarıma, “Hadi” diyor, “birlikte tarlaya gidelim.” O zaman anlıyorum ki, kökleri toprağa değil, hafızaya tutunan her tohum yeniden filizlenebilir. Bir saksı pamukla bile, bir koca ova anlatılabilir.
Fatma ARAS, 2025
Fotoğraf: Melekli Ata Ocağı Kent Arşivi
Yorumlar
Kalan Karakter: