1970’li yılların Iğdır’ı…
Gözlerimi kapattığımda hâlâ o yılların kokusu siner içime. Toprak yollar, dut ağaçları, sabah ezanıyla uyanan bir şehir, güler yüzlü insanlar… Her şey bugünkünden çok farklıydı. Beton yoktu, yüksek katlar yoktu, kablolar, gürültü, keşmekeş yoktu. Hayatın kendi ritmi vardı. Doğal, sade ve insani bir yaşam sürüyorduk.
Her yer yemyeşildi. Bahar gelince Iğdır Ovası rengârenk çiçeklerle donanır, çocukların neşesi kuş cıvıltılarına karışırdı. Mahalleler küçük birer cumhuriyet gibiydi. Komşular birbirinin annesi, babası, kardeşiydi. Herkes birbirini tanır, selam verir, ayaküstü sohbet ederdi. Randevulaşmak gerekmezdi, telefon aranmazdı. Bir kahve içimi komşuya uğramak doğaldı. Habersiz eve misafir gelmek kırgınlık değil, sevinç sebebiydi.
Aile bağları güçlüydü, dostluklar içtendi. Akşam olunca soba başında çay demlenir, radyo açılırdı. Televizyon varsa bile siyah beyazdı ve genellikle yalnızca bir evde bulunurdu. Mahallenin çocukları o evde toplanır, dizilere orada kilitlenirdi. Dallas dizisi bir fenomendi; kim kimdi hepimiz bilirdik.
Almanya’ya gidenler mektup yazar, bayramlarda kartpostallar gönderirdi. “Almancı” akrabalardan gelen çikolatalar, Alman malı kalem kutuları çocukların en değerli hazineleriydi. Uzun paçalı pantolonlar, “İspanyol paça” modaydı. Bir de o zamanların “uzun faul” top oyunları… Mahalle aralarında top oynarken zaman durur, yırtık ayakkabılar bile oyuna engel olmazdı.
Büyüklere saygı, küçüklere sevgi esastı. Çocuklar plastik ve zararlı oyuncaklarla değil, doğanın içinde, doğayla iç içe büyürdü. Aileler kalabalıktı ama insanlar sabırlıydı; paylaşmayı bilirlerdi. Milli ve dini bayramlar coşku içinde kutlanır, cenaze evine saygı gösterilirdi. Ölen kişinin yakınından izin alınmadan düğün yapılmaz, muharrem ayında müzik çalınmaz, yas tutulur, hayır işleri ertelenirdi.
Çocuklar sokaklarda güvenle oynardı. Şimdiki gibi her şeyden korkulmazdı. Yolcuya, garibe, yoksula, uzaktan gelene özel ikramda bulunulurdu. Görmezden gelinmez, başköşeye oturtulurdu. Misafir için “konak odası” hazırlanır, Tanrı misafiri denilerek izzet-i ikramda kusur edilmezdi.
Cep telefonu yoktu, internet hiç yoktu. Ama kimse kendini yalnız hissetmezdi. Göz göze bakmak, tokalaşmak, içten bir “Nasılsın?” demek her şeydi. Yoksulduk belki, ama mutluyduk. Paylaşmayı, yetinmeyi, birlikte gülmeyi bilirdik.
Şimdi ne zaman çocukluk sokaklarımı adımlasam, bir dut yaprağının hışırtısında, uzaktan gelen bir selam sesinde o yılları duyar gibi olurum. Ve içimden sessizce fısıldarım:
“O zamanlar güzeldi hayat… Çünkü insanlar insandı, mahalleler yuvaydı, Iğdır yeşildi.”
Yorumlar
Kalan Karakter: