Bir şehir düşünün; 60 asırlık tarihinde 33 farklı devletin egemenliğine girmiş olsun. Bir şehir düşünün; yalnızca 1502-1636 yılları arasında Osmanlılar ile Safevîler arasında tam altı kez el değiştirsin. Doğanın gazabına uğrasın; üç büyük yıkıcı deprem yaşasın, Aras Nehri’nin taşkınlarına, sel felaketlerine maruz kalsın.
İşte o şehir, Iğdır’dır.
1664 yılında yaşanan Büyük Ağrı Depremi, Iğdır halkı için tam anlamıyla bir yıkım olmuştur. Can ve mal kaybı çok büyüktü. Ağrı Dağı’nın kuzey yamacındaki Korhan Yaylası’nda yaşayan halk, tarihini, birikimini ve sevdiklerini toprağa gömüp aşağıdaki ovaya inmek zorunda kaldı.
Ancak ovada onları güzel günler beklemiyordu. Bugünkü Iğdır Ovası, o zamanlar bataklık, sazlık ve sivrisineklerle doluydu. Sıtma hastalığı kol geziyor, Aras Nehri sık sık taşarak yaşamı tehdit ediyordu.
Fakat Iğdır insanı yılmadı. Gecesini gündüzüne katıp sulama kanalları, drenaj sistemleri kurarak bataklığı kuruttu; sazlıkları temizledi. Bağlı, bahçeli evler yaptı; yepyeni bir şehir inşa etti.
Coğrafi konumu nedeniyle Iğdır, tarih boyunca bir geçiş noktası ve egemenlik savaşlarının yaşandığı bir yer olmuştur. Selçuklular, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Osmanlılar, Safevîler, Avşarlar, Kaçarlar ve Revan Hanlığı gibi birçok Türk devleti ve hanlığı, Iğdır’ın Türkleşip bir vatan haline gelmesinde büyük rol oynamıştır.
Ne var ki bu kadim şehir için en sarsıcı olaylardan biri 1828 Rus işgali olmuştur. Tam 89 yıl süren bu işgalde, Ruslar Iğdır’a çok az yatırım yaptı. Sadece 1895 yılında Alican Köprüsü’nü inşa ederek Iğdır’ı bir şose yol ile İrevan vilayetine bağladılar.
Bölgede çoğunluğu oluşturan Azerbaycan Türklerine “Tatar” diyerek ötekileştirdiler. Türk ve Müslüman halkı askere ve memuriyete almadılar. Resmî dili Rusça yapıp Iğdır’ı, İrevan’a bağlı bir sancak merkezi hâline getirdiler.
1917 Bolşevik İhtilali sonrası Ruslar bölgeden çekildi. Ancak Iğdır’ın Misak-ı Millî sınırlarında yer alamaması, 1917-1920 yılları arasında karanlık ve zor günlerin başlangıcı oldu. Soydaşlarıyla bağlantısı kopmuş dar bir havzada, Ermeni Taşnak çeteleri ve yerli Ermeni milislerin zulmü başladı. Halk “Kaç Ha Kaç!” diyerek yurtlarından gaçgın olmak zorunda kaldı. Büyük bir soykırım ve travma yaşandı. Bu acılar yüzyıllar boyunca unutulmadı.
14 Kasım 1920’de Iğdır işgalden kurtarıldı ve Doğubayazıt’a bağlı bir nahiye merkezi oldu. Aras Nehri’nin kuzeyinde ise yeni kurulan Ermenistan, Iğdır’ın soydaşlarıyla olan bağlarını zorla kopardı.
Kurtuluşun ardından “Kaç Ha Kaç” ile gaçgın olanlar, yeniden yurtlarına döndüler. Aynı zamanda İrevan, Güney Azerbaycan ve çevre illerden gelenlerle şehir yeniden canlandı.
Fakat bu savaş ve zulüm yıllarında Iğdır halkı çok büyük maddi ve manevi kayıplar yaşadı. Nice evlatlarını, kardeşlerini, yakınlarını kaybetti, şehit verdi. Ermeni güçlerinin ve çetelerinin yakıp yıktığı harabe Iğdır’ı, büyük fedakârlıklarla yeniden inşa ettiler. Elli silah tutan cepheye koştu, geride kalan kadın, çocuk ve yaşlılar gece gündüz çalışıp evleri, eşiği, bağı, bahçeyi onardı.
Iğdır önce Doğubayazıt’a, sonra sırasıyla Ağrı ve Kars illerine bağlandı. Hayvancılık ve tarımla geçinen halk; işgaller, soykırımlar, göçler, Aras taşkınları, sulama sorunları, ulaşım zorlukları, sağlık ve eğitim eksiklikleri, soydaşlarıyla bağlarının kopması gibi sorunlarla mücadele etti. Büyük şehirlere ve pazarlara uzaklık, sınırların kapanmasıyla Ermenistan’daki Alagöz Dağı ve yaylalarına gidememe, Ağrı isyanı nedeniyle dağa çıkma yasağı, 1960 sonrası yoğun yurt içi ve dışı göç, Iğdır’ı içine kapanık bir Anadolu kasabasına dönüştürdü.
Iğdır insanı için en büyük sıkıntı ulaşımdı. Yol yoktu. Sağlık hizmeti yoktu; hastalar Erzurum’a, Kars’a götürülüyordu. Eğitimde ilk ilkokul 1925’te, ilk ortaokul 1932’de, ilk lise 1965’te, ilk hastane ise 1964’te açıldı. 1927 nüfus sayımında Iğdır merkez nüfusu 3.716 idi; okur-yazarlık oranı ise sadece %1,48’di.
Yukarıda Iğdır’ın yaşadığı zorlukları özetledim. Şimdi çok şükür, Iğdır il olmuştur. Yollar mükemmel hâle gelmiş, havaalanı açılmış, Iğdır Üniversitesi kurulmuş, şehir hastanesi açılmak üzeredir. Aras Nehri’nin taşkınları önlenmiş, sulama sorunu büyük oranda çözülmüştür. Nahçıvan sınır kapısı açılmış, 98 yılda merkez nüfusu 3.716’dan 110 bine ulaşmıştır.
Iğdır’da yüzyıllarca barış ve huzur içinde yaşayan Ermeni ve Ezidi Kürtler artık yok. Bugün Iğdır’da Azerbaycan Türkleri, Kürtler, Terekemeler, Bulgar göçmenleri, Ahıskalılar ve Lazlar bir arada yaşıyor; ortak kültürle yeni bir Iğdır inşa ediyorlar.
Unutmayalım: Şehir sadece nüfusla, tabela ile olmaz. Şehir; ortak yaşama iradesiyle, aidiyet duygusuyla, ortak tarih, kültür, sanat, edebiyat ve mimarisiyle olur. İşte Iğdır insanı bunu başardığında, Iğdır cennetten bir köşe, herkesin gıpta ile baktığı bir cazibe merkezi olacaktır.
Bu hedefe ulaşmak; devletin, vatandaşın, aydınların, Iğdırlı zengin iş insanlarının, yurt içi ve dışındaki Iğdırlı kardeşlerimizin ortak gayesi ve emeği ile mümkün olacaktır. Unutmayalım: Birlik olan yerde dirlik olur.
Bunun yolu, birlik ve beraberlik içinde “Iğdırlı” olmanın aidiyetiyle tarihi, kültürü, sanatı, geçmişin ortak değerlerini harmanlayarak, güzel, marka ve gıpta edilecek bir Iğdır şehrini inşa etmekten geçer.
Iğdır; sadece bir şehir değil, bir direnişin, bir yeniden doğuşun, bir insanlık tarihinin simgesidir.
Yorumlar
Kalan Karakter: