Her ulusun tarihinde dönüm noktaları vardır; bu noktalar, yalnızca siyasal bir değişimi değil, aynı zamanda bir zihniyet dönüşümünü de simgeler. Türkiye için bu anlamda 29 Ekim 1923 tarihi, sadece bir yönetim biçiminin ilan edildiği gün değil, köklü bir toplumsal yeniden yapılanmanın miladıdır. Cumhuriyet, Osmanlı’nın son yüzyılında ivme kazanan modernleşme çabalarının kurumsal bir çerçeveye kavuştuğu, akılcı ve halk temelli bir devlet inşasının adıdır.
Cumhuriyet’in ilanı, tarihsel olarak Tanzimat’tan beri süregelen reform ve modernleşme hareketlerinin doğal bir sonucudur. Ancak onu önceki girişimlerden ayıran temel fark, değişimin artık bir elit zümrenin değil, halk egemenliğini esas alan bir siyasal felsefenin ürünü olmasıdır. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesini yalnızca bir söylem olarak değil, devletin temeline yerleştirilen bir değer olarak kabul etmişlerdir. Bu anlayış, Türk toplumunu birey merkezli, yurttaşlık bilincine sahip bir yapıya dönüştürmeyi amaçlamıştır.
Cumhuriyet rejimi, yalnızca siyasal bir sistemin adı değildir; o aynı zamanda bir modernleşme projesidir. Eğitimden hukuka, ekonomiden kültüre kadar her alanda köklü dönüşümler bu dönemde yaşanmıştır. Harf Devrimi, Tevhid-i Tedrisat, kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması gibi reformlar, Cumhuriyet’in ideolojik temellerini oluşturan akıl, bilim ve eşitlik ilkelerinin hayata geçirilmesinin göstergeleridir. Bu reformlar, Türkiye’yi geleneksel bir imparatorluk düzeninden çağdaş bir ulus-devlete dönüştürmüştür.
Bugün, Cumhuriyet’in 102. yılında, bu mirası değerlendirirken onu salt bir geçmiş olgusu olarak değil, geleceğe yön veren dinamik bir süreç olarak görmek gerekir. Cumhuriyet, tamamlanmış bir proje değil, sürekli olarak yenilenen bir idealdir. Çağdaş dünyanın değerleriyle uyumlu, ancak kendi tarihsel ve kültürel köklerinden beslenen bir yönetim anlayışı, Cumhuriyet’in gerçek ruhunu yaşatmanın en doğru yoludur.
Cumhuriyet’in bizlere yüklediği en önemli sorumluluk, onun temel ilkelerini çağın gereklerine göre yeniden yorumlamak ve geliştirmektir. Demokrasi, hukukun üstünlüğü, laiklik ve toplumsal adalet ilkeleri, yalnızca korumamız gereken değerler değil, aynı zamanda her kuşakta yeniden inşa edilmesi gereken hedeflerdir.
Sonuç olarak, 29 Ekim yalnızca bir bayram değil; Türk milletinin özgürlük, eşitlik ve çağdaşlık mücadelesinin simgesidir. Bu mücadele, bir neslin eseri olarak başlamış; fakat her yeni kuşak tarafından yeniden anlamlandırılması gereken bir “yaşam projesi” hâline gelmiştir. Cumhuriyet, geçmişin değil, geleceğin rejimidir. Onu yaşatmak ise tarih bilinciyle yoğrulmuş bir toplumun en asil görevidir.
Türk insanı, yaratılışını Yüce Allah’a; geri kalan her şeyi ise Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’e borçludur. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ve tüm silah arkadaşlarını rahmet ve saygıyla anıyorum. Ruhları şad, mekânları cennet olsun.
Yorumlar
Kalan Karakter: