Doğu’nun serin sabahlarında, güneş henüz ufuk çizgisini usulca okşarken, bir siluet belirir Iğdır ovasının üzerinden: Ağrı Dağı… O heybetiyle yalnız değildir aslında; eteklerine usulca sokulmuş Iğdır, bu ulu dağın en sessiz ama en sadık dostudur.
Ağrı Dağı, Anadolu’nun göğe yazılmış destanıdır. Karla örtülü zirvesi, her mevsim bir başka manzaraya bürünür. Ama ne zaman dönüp ona baksanız, hep aynı vakur duruşla karşılar sizi. Bu duruşun ardında yatan duyguyu ise en çok Iğdır hisseder; çünkü Ağrı’nın en güzel yanını sadece o görür. Dağın gölgesinde büyüyen Iğdır, sabahları onunla uyanır, akşamları onunla uyur. Soğukta birlikte üşür, baharda birlikte can bulur.
Iğdır, uçsuz bucaksız ovasıyla bereketin simgesidir. Ancak asıl zenginliği, arkasını yasladığı o ulu dağdır. Çünkü Iğdır halkı bilir ki Ağrı sadece bir dağ değildir; bir sırdaştır, bir bekçidir, bir efsanedir. Nene Hatun’un duası, Karabağ’dan gelen göçmenin özlemi, bir çocuğun hayali… Hepsi bu dağın eteğinde hayat bulur.
Ağrı ile Iğdır arasında öyle bir bağ vardır ki, kelimelerle anlatılmaz. Bu bağ; sevdanın kelamsız hali, sadakatin sessiz şeklidir. Dağ yüceliğiyle susar, şehir ise o suskunlukta binlerce anlam bulur. Çünkü bu iki dost, zamana meydan okuyan bir hikâyenin kahramanıdır.
Ne zaman Iğdır’dan göğe baksanız, Ağrı size göz kırpar. Ve o an anlarsınız ki; bazen bir dağ, bir şehri kucaklarcasına sevebilir… Ve bir şehir, bir dağı kalbinde taşıyabilir.
Son söz:
Ağrı’nın zirvesinde bulutlar dönerken, Iğdır’ın yüreğinde umutlar yeşerir. Belki de en büyük sevgiler böyle yaşanır: Sessiz, sakin ama sonsuz…
Yorumlar
Kalan Karakter: