Iğdır, uygun iklim yapısı ve verimli topraklarıyla bölgenin can damarı, adeta Çukurovasıdır.
Bir zamanlar Iğdır’da 243 yerleşim yeri bulunuyordu. Ancak Iğdır, 92 yıl boyunca işgal altında kalan ve en uzun süre bu acıyı yaşayan ilimizdir. 14 Kasım 1920’de Ermeni işgalinden kurtarılan Iğdır’da, Rus işgali döneminde Azerbaycan Türkleri, Ermeniler, Müslüman ve Ezidi Kürtler ile Rus asker, memur ve aileleri bir arada yaşamaktaydı. Emperyalist güçlerin bölgeye müdahalesinden önce, halk barış ve huzur içinde yaşamını sürdürüyordu.
1917 Bolşevik İhtilali ile Ruslar bölgeden çekildi. 1920 yılında sınırların çizilmesiyle Ermeniler ve Ezidi Kürtleri Ermenistan’a geçti. Bu gelişmeler, Iğdır’ın yerleşim yapısını yeniden şekillendirdi. Bazı köyler yeniden inşa edildi; dağlık köylerden ovaya göç oldu. İrevan, Güney Azerbaycan, çevre il ve ilçelerden, hatta Bulgaristan ve Ahıska’dan bölgeye yeni yerleşimler gerçekleşti.

Bugün Iğdır; merkez ilçeyle birlikte 4 ilçe, 3 belde ve 163 köye sahiptir. Bu köylerin 41’i merkez ilçede, 81’i Tuzluca’da, 19’u Karakoyunlu’da, 22’si ise Aralık ilçesindedir.
Iğdır, ülkemizin en kurak ili olup en az yağış alan ve en az ormana sahip bölgesidir. Eskiden sulama Aras Nehri ve Karasu Çayı’ndan insan emeğiyle yapılırdı. Ancak Aras’ın düzensiz akışı zaman zaman sel felaketlerine yol açarak tarımı olumsuz etkilerdi. En çok küçükbaş hayvancılık yapılırdı. Sınırların çizilmesiyle Iğdırlılar Elegez Dağı’na gidemez oldu. Ağrı Dağı’ndaki yasaklar da hayvancılığı olumsuz etkiledi.
Dar bir havzada yer alan Iğdır, üç devlete sınır olması, sınır kapılarının kapalı oluşu ve büyük şehir pazarlarına uzaklığı nedeniyle de birçok zorluk yaşamaktaydı. Ancak 1954’te DSİ’nin kurulmasıyla beton kanallar ve drenajların açılması, tarımda verimi artırdı.
Eskiden Iğdır köylerinde hayat çok canlıydı. Her köyde dut ağaçları bulunur, ipek böceği yetiştiriciliği yapılırdı. Pamuk, pirinç, şekerpancarı, buğday, arpa; kayısı, elma, şeftali, üzüm, armut; kavun, karpuz, domates, patates ve susam gibi ürünler bolca yetiştirilirdi. Iğdır, adeta bölgenin tahıl ve meyve-sebze ambarıydı.
Köyler çok kalabalıktı, şimdiki gibi göç yoktu. Tarlalar ekili, yaylalar koyun, kuzu ve sığır sürüleriyle doluydu. Yediden yetmişe herkes üretimin içindeydi. Yerli tohumlar kullanılır, tamamen doğal ve organik üretim yapılırdı. İnsanlar yiyip içtiği her şeyi kendileri üretirdi. Ekmek tandırda pişirilir, salça, reçel, pekmez, marmelat, bulgur ve erişte evlerde hazırlanırdı. Her hanede kümes hayvanı beslenir, et ve yumurta üretimi yapılırdı.
Bugün ise köyler göçle boşalmış, genç nüfus azalmış, yaşlı nüfus artmıştır. Köylü, ekmeğini dahi marketten almaktadır. O canlı üretim günleri geride kalmış; komşuluk ve akrabalık bağları zayıflamıştır. Hayvancılık da eski verim ve güzelliğini kaybetmiştir.
Bu durum yalnızca Iğdır’a özgü değildir; tüm Türkiye’de ve dünyada benzer gelişmeler yaşanmaktadır. Dünya başka bir döneme evrilmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki köyde ata-dedenizden kalma eviniz ve tarlanız varsa satmayın. Yerli tohumu saklayın, Ata yadigârı evinizi onarın, geçmişinize sahip çıkın. Çünkü gelecek köyde ve topraktadır.
Paranız olsa da bazı değerlere ulaşamayabilirsiniz. O eski güzel günlerin hatırası hepimize güç versin.
Herkese selamlar…
Yorumlar
Kalan Karakter: