Ekim ayı Iğdır’a usulca gelir…
Aras’ın rüzgârı artık serin eser, güneşin altın ışıkları yazın yakıcı sıcaklığını değil, vedalaşmanın yumuşak hüznünü taşır. Dağların eteklerinden ovaya kadar bir sessizlik çöker; sanki tabiat bile nefesini tutmuş, kayısı ağaçlarının sararan yapraklarına bakar.
Iğdır’ın simgesi olan o kayısı ağaçları, her Ekim’de yeniden bir veda yaşar. İlkbaharda pembe beyaz çiçekleriyle umudun, yazın olgun meyveleriyle bereketin sembolü olan bu ağaçlar, sonbaharda içimize işleyen bir sessizlik getirir.
Yapraklar birer birer sararır, sonra rüzgârla vedalaşır. Her düşen yaprak, sanki geçmiş yazların, çocukluk hatıralarının, dalda kalmış son kaysının anısına gönderilmiş bir selam gibidir.
Köy yollarında yürürken toprağın üzerinde biriken o sarı halı, Iğdır’ın en sade ama en derin şiiridir aslında. Ne kalemle yazılır, ne dil ile anlatılır…
Her adımda hışırdayan yaprak sesleri, bize zamanın geçiciliğini, doğanın döngüsünü hatırlatır. Kayısı ağaçları da bilir ki, dökülen her yaprak, baharın yeniden geleceğine dair sessiz bir sözdür.
Iğdır’ın Ekim’i bir mevsim değil, bir duygudur.
Toprağın kokusu, uzaktan gelen dumanın serinliğe karışan kokusu, köy çocuklarının son kez bahçede koşuşturması… Hepsi bir veda sahnesi gibi içimize işler. Ama bu vedanın içinde umut vardır; çünkü her sarı yaprak, toprağa düşerken baharın müjdesini taşır.
Belki de bu yüzden Iğdır insanı, kayısı ağacını sadece bir meyve ağacı olarak görmez. O ağaç, yaşamın kendisidir; kökleri sabır, dalları umut, meyvesi bereket, yaprakları ise duygudur.
Ve Ekim geldiğinde, her dökülen yaprakla birlikte içimizden bir parça da toprağa karışır; ama biliyoruz ki, bir sonraki baharda yeniden filizlenecektir…
Yorumlar
Kalan Karakter: