Gurbette yaşayıp memleket hasreti çekmek çok zor bir iştir. Hele bir de Iğdırlı olup da gurbette Iğdır’ı özlemek bambaşka bir duygudur. Bugün gözlerimi kapadım; gündüz hayalimden, geceler düşümden hiç çıkmayan Iğdır’ı düşündüm. Iğdır’ın bütün güzellikleri bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti.
Bir anda derinlere daldım, sesli düşünmeye başladım. O muhteşem Ağrı Dağı’nın göğsünde bir elmas gerdanlık gibi duran yeşil Iğdır belirdi gözlerimin önünde. Geçmişte yaşadıklarım canlandı.
İçinden sulama arklarının geçtiği, yemyeşil bağ ve bahçelerle çevrili, tek ya da iki katlı Iğdır evleri gözümde canlandı. Iğdırmava Mahallesi’nde, önünden su arkı geçen bir kahvede, söğüt ağacının altında ince belli bardakta, üzerinde Prenses Süreyya’nın resmi bulunan tavşan kanı çayımı içiyor, güzel dostlarla tatlı muhabbet edip kıtlama çay keyfi yapıyordum. Çaydan sonra dostlarla dolaşmaya çıktım. Güler yüzlü insanlar selamlaşıyor, hâl hatır sorarak ilerliyorduk. Bütün yüzler tanıdık, her biri sıcacık bir tebessümle doluydu.
Sokaklarda at arabaları, faytonlar; atların ritmik nal sesleri… Tarihe tanıklık eden karaağaçlar, her Iğdırlının gönlünde yer eden 12 Kasım İlkokulu, Iğdır Lisesi, Iğdır Sineması, hamamlar, Hayvan Meydanı, Iğdır Devlet Hastanesi, Merkez Camii, PTT, belediye binası… Geçmişe meydan okuyup hâlâ ayakta duran, tarih kokan taş evler…
Yüzyıllar boyunca bölgede yaşayan halkların bir arada yoğrulmasıyla oluşan o güzel değerler, işte serhat şehri Iğdır’ı farklı kılan da buydu.
Iğdırmava’da yetişen taze, organik sebze ve meyveler; Alikamer kelemi, Hakveis soğanı, Kadıkışlak üzümü, Çalpala şeftalisi bir başkaydı. Ocakta pişen bozbaşın nefis kokusu hâlâ burnumda tütüyor.
Iğdır Milli Cumhuriyeti’nin kurulduğu Melekli Beldesi’ni, merhum Ali Ekber Bey’in mezarını, Melekli Şalağını düşündüm. Birçok uygarlığın izlerini bünyesinde barındıran Iğdır, tarihi ve kültürel değerlerinin yanı sıra bozulmamış doğasıyla, Avrupa’nın ve Türkiye’nin en yüksek dağı olan, tüm dünya dinlerinde kutsal kabul edilen Ağrı Dağı’yla, Nuh’un Gemisi, Korhan Kalesi, Kara Kilise, Korhan Meteor Çukurları, Zerdüşt tapınma merkezleri, Ahura Buzulu, Cehennem Vadisi, Koçbaşı mezar taşları, İrem Bahçesi, Süreyya Çeşmesi, Şemsi Tebrizi Türbesi, Karakoyunlu Babek Mağarası, Gökçeli Şehit Ağacı, Tuz Mağaraları, Aras Vadisi kuş zenginlikleri ve Türkiye’nin en yüksek anıtı olan Iğdır Anıt ve Müzesi ile ülkemizin ve dünyanın turizm açısından dikkatini çekmiştir.
Güneşin ülkemize ilk doğduğu yer olarak bilinen Iğdır; “Güneşin Doğduğu Kent”, “Nuh’un Şehri”, “Tarihin Tanığı”, “Asya’nın Kapısı”, “Medeniyetler Beşiği” gibi adlarla da anılmakta ve insanı tarihin derinliklerinde bir yolculuğa çıkarmaktadır.
Sonra Tuzluca’ya gittim… O serin sular, yaylalar, Tuz Mağarası, Acıdere, binlerce endemik bitki, marka balı, cevizi, Gökkuşağı Tepesi, Üçkaya (Ekerek) köyü… Doğası ve yeşiliyle adeta cennetten bir köşe. Iğdır’ın Tuzluca ilçesinde bulunan ve görünüşüyle dünyanın ikinci büyük dağı K2’ye benzetilen Tekelti Dağı; hem doğal güzelliği hem de dağcılar için cazibesiyle dikkat çekiyor. Vatan kahramanı Şamil Ayrım’ın köyü olan bu topraklar, bir zamanlar onlarca köyün merkezi gibiydi.
Hayallerim beni Karakoyunlu’ya götürdü. Eski Iğdır şehri, Korhan Yaylası’na vardım. Kıl çadırda ayran içip kaval dinledim. Mevsimlerden ilkbahardı; kayısı bahçeleri çiçek açmış, ortalık gelincik tarlası gibiydi. İlkbaharda yonca, çağala toplayıp tuzlayarak yedim. Eyvanda salmancadan yapılmış kete, erimiş manda yağında omaç tattım. Tandıra sallandım, köy yumurtasının lezzetini hissettim. Dalından kopardığım salatalığın, domatesin kokusu hâlâ ellerimde.
Mürşitali köyünün doğal karpuzu, Kacer’in şalak kayısısı, Taşburun’un aromalı üzümü bir başka güzeldi. Kacer köyünün esprili, neşeli insanları ise hastayı bile iyileştirir.
Karakoyunlu kirelerinde kekliklerin ötüşü, kekik çayının kokusu hiçbir yerde bulunmaz. Yazın altın sarısı başaklar, yemyeşil yonca bahçeleri; sonbaharda pamuk ve şeker pancarı tarlaları, kayısı bahçelerinin sararan yaprakları, iğde çiçeklerinin kokusu… İğde hoşabı, patlıcan reçeli, taş köfte… Bunların dünyada eşi yoktur.
Sonra hayallerim beni doğuya, Aralık ilçesinin Başköy’üne götürdü. Rahmetli Şamil Ayrım’ın kurduğu Devlet Üretme Çiftliği’ni, Dil Ucu’nu düşündüm. Bir zamanlar bizim olan, şimdi sınırlarla ayrıldığımız o hüzünlü Aras Nehri coşkuyla akıyor; bizden koparılan kardeşlerimize sessiz selamlar gönderiyor gibiydi. Çiftlik Köyü’nde manda yoğurdu, Alıgızıl’da marka karpuz yedim; Karasu’da balık tuttum. Ağrı Dağı’nın bağrından doğan Karasu Çayı’nda su maymunlarını, yüzlerce kuşu izledim. Tezeğin kokusuyla ısındım, can dostlarla buluştum.
Tozlu köy yollarında kuzuların, ineklerin meleşmesi, atların kişnemesi, horozların ötüşü, köpeklerin havlaması kulağıma müzik gibi geldi. Güler yüzlü, çalışkan, elleri nasırlı, güneşten yanmış yüzlü, ama yürekleri tertemiz insanları gördüm.
Bir köy okulunun bahçesinde çocuklar oynuyordu: aşık, kayşa girme, saklambaç, ip atlama… Siyah önlük, beyaz yaka, gözlerinin içi gülen Cumhuriyet çocukları… Onlara meşale olan, yürekleri görev aşkıyla dolu, eli öpülesi köy öğretmenleri…
Bir anda çocukluğum geldi gözümün önüne. Beslenmede verilen fındık içi, küçük kesme peynir, çeyrek lavaş, aynı bardakta sırayla içtiğimiz süt tozundan yapılmış süt…
Bizden önceki nesil, yokluklar içinde kendini feda edip şehit, gazi olup bu vatanı kurtardı. Anneler babalar, şehit çocukları üzülmesin diye sevgilerini sakladılar. Onların çocukları, torunları olan bizler; Cumhuriyet’in yokluklar içindeki altın nesilleriydik. Zor şartlarda okuduk, gece gündüz vatan için çalıştık, askere gittik, gurbetlerde sıla hasreti çektik. Acıyı katık yaptık ama doğduğumuz toprağa, vatanımıza vefayı hiç unutmadık.
Bugün günlerden 29 Ekim, Cumhuriyetimizin ilanının 102. yılı.
Bizlere yokluklar ve büyük fedakârlıklar içinde bu cennet vatanı armağan eden Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere tüm silah arkadaşlarını, bizleri büyüten o vefakâr altın nesli rahmet ve saygıyla anıyorum.
Tüm Türk milletinin ve onun bir parçası olan Iğdırlı kardeşlerimin Cumhuriyet Bayramı’nı içtenlikle kutluyorum.
Her şey gönlünüzce olsun — her nerede yaşıyor ve yaşatıyorsanız…
Yorumlar
Kalan Karakter: