1927 yılında Doğubayazıt iline bağlı olan Iğdır’ın genel nüfusu 36 bin, merkez nüfusu ise 3.716 kişiden oluşan küçük bir Anadolu kasabasıydı. Daha sonra sırasıyla Ağrı ve Kars illerine bağlanan Iğdır, 1992 yılında il merkezi oldu. Aynı yıl Karakoyunlu beldesi de ilçe merkezi haline getirildi. Bugün Iğdır; merkez ilçe ile birlikte 4 ilçe, 3 belde ve 163 köye sahiptir.
Iğdır ili, 92 yıl süreyle en uzun işgal altında kalan bölgemizdir. İşgalci Ruslar, Iğdır’da ekonomik, sağlık, tarım, hayvancılık ve eğitim alanlarında yeterli yatırım yapmadılar. Halkı askere veya memuriyete almadılar. Rusların çekilmesinin ardından bölge büyük bir Ermeni mezalimine uğradı. 14 Kasım 1920 tarihinde Iğdır, Ermeni işgalinden kurtarıldı.

İşgalin ardından “Kaç ha kaç” diyerek bölgeden uzaklaşan halk, yeniden yurtlarına dönmeye başladı. Ancak gidenlerin çoğu bu zorlu göç yollarında şehit olmuştu. Zorunlu göç edenler, İrevan göçmenleri ve çevre il ile ilçelerden gelenlerle birlikte Iğdır halkı, çok zor şartlar altında hayata tutunmaya çalıştı. Her yer yakılmış, yıkılmış, yağmalanmıştı. Halk, elinde avucunda ne varsa kaybetmişti.
Iğdır’ın geçim kaynağı büyük oranda tarım ve hayvancılıktı. Ancak Elegöz Dağı’na yasak getirilmesi hayvancılığı olumsuz etkiledi. Ağrı İsyanı sonrasında Ağrı Dağı’na da yasak konulması, Iğdır halkının geçim şartlarını daha da zorlaştırdı.

Üç devlete sınırı olan Iğdır, sınır kapılarının kapalı olması, büyük şehir ve pazarlara uzaklığı, ulaşım sorunları nedeniyle 72 yıl boyunca dar bir havzada çok zor günler geçirdi. Aras Nehri’nin sık sık taşarak tarım alanlarına zarar vermesi, sulamada yaşanan sıkıntılar, sağlık ve eğitim yetersizlikleri, sivrisinek ve sıtma hastalıkları Iğdır halkını derinden etkiledi.
İlk ilkokul 1925’te, ilk ortaokul 1932’de, ilk lise 1965’te, ilk hastane ise 1964 yılında açıldı. Halk, tarlalarını sulamak için Aras Nehri’nin önünü kesip günlerce imece usulüyle toprak arklar açardı. Köylerin çoğunda okul, yol ve elektrik yoktu. Ulaşım araçları ise at ve öküz arabalarıydı.
Bütün işler insan gücüne dayanıyordu. Sulama zordu, sağlık ve eğitim hizmetleri için çevre illere gidilirdi. Orman olmadığı için yakacak olarak genellikle tezek kullanılır, soba ile ısınılırdı. Bazı yerlerde pamuk çöpü de yakılırdı. Kadınlar “kağ” (çapa), “çenek” (pamuk toplama), yemek ve ev işleriyle; erkekler ise sulama, tırpan ve harman işleriyle uğraşırdı.
Bazı aileler ilkbaharda “kire”ye, yazın komşu iller, Ağrı Dağı ve Tuzluca yaylalarına gider, sonbaharda geri dönerlerdi. Evler genellikle toprak damlı ve kerpiçten yapılmıştı. Su, önce kuyulardan, daha sonra artezyenlerden alınırdı. Halk yiyecek ve içeceklerinin çoğunu kendi üretir, kış hazırlıklarını yapardı: turşu, salça, yarma, erişte, iğde hoşabı, patlıcan reçeli…
Evler genellikle bahçeliydi; kümes, ağıl, ot tayası, ambar ve samanlık bulunurdu. Her evde kümes hayvanı, tandır ocağı olurdu. Giyim kuşam sade idi; çoğu kişi çarık giyerdi. Evlerde tahtadan yapılmış “tahtalık” üzerinde keçe, palaz ve yastık bulunurdu. Duvarlar kireçle badana edilirdi. Evler genellikle iki oda bir dalan ya da bir oda bir dalan şeklindeydi. Durumu iyi olanlar, “balağan” adı verilen iki katlı evler yaparlardı.

Aileler kalabalıktı; buna rağmen bir odayı süsleyip “misafir odası” (konak odası) yaparlardı. Büyüklerine saygı, küçüklere sevgi vardı. Çocuklar özgür ve güvenli sokaklarda oynardı.
Iğdır’ın merkezinde ve birçok köyünde sinema bile açılmıştı. Yokluk ve yoksulluk vardı ama insanlar mert, paylaşımcı, gönlü genişti. Saygı vardı, sevgi vardı, değer vardı. Komşuluk, dostluk, akrabalık, kirevelik ilişkileri güçlüydü.
Biz aslında o eski günleri değil, o günlerde yaşanmış güzel insanları özlüyoruz.
Yorumlar
Kalan Karakter: