Yeryüzünde sayısız canlı türü yaşamını sürdürüyor. Bilim insanlarının tahminlerine göre, bugüne dek var olmuş canlı türlerinin %99'undan fazlası artık yeryüzünde değil. Günümüzde ise iki milyon ile bir trilyon arasında farklı türün yaşadığı düşünülüyor. İşte bu muazzam çeşitlilik içinde Yüce Allah, insanı "eşref-i mahlûkat", yani yaratılmışların en şereflisi olarak nitelendiriyor. Bu tanımlama, insana hem büyük bir onur bahşediyor hem de beraberinde ağır bir sorumluluk yüklüyor. Peki, insanlık bu onura layık bir yaşam sürebiliyor mu?
İnsan, doğuştan getirdiği bazı kişisel özelliklere sahip olsa da, çevresel faktörler, aile, eğitim ve beslenme gibi etkenlerle bu özelliklerini zamanla şekillendirebilir ve geliştirebilir. Ahlak, vicdan, empati, vefa ve erdem gibi değerler, insanı diğer canlılardan ayıran temel unsurlardır. Özellikle vefa, inancın bir yansıması olarak insanı insan yapan derin bir duygudur. Zekâ seviyesi ise bilimsel ölçümlerle 0 ile 160 puan arasında değerlendirilirken, bu aralık zihinsel yetenekler hakkında önemli ipuçları sunar.
Yüce Yaratan, insanoğlunu akıl ve düşünce yeteneğiyle donatmış, ona sorgulama, bilimden faydalanma ve üretme gücü vermiştir. Diğer tüm canlıları da insanın istifadesine sunmuş, onlara emanet gözüyle bakmasını öğütlemiştir. Ancak ne yazık ki, insanlık bu emanete çoğu zaman yeterince özen göstermemiştir.
Tarih boyunca insanoğlunun hataları ve yanlışları devam etmiştir. Gönderilen 124 bin peygamber, indirilen dört hak kitap, ortaya çıkan 4300'den fazla farklı din ve inanç sistemi, kurulan milyonlarca okul, ibadethane, cezaevi ve oluşturulan güvenlik güçleri bile insanı kötülükten tam anlamıyla alıkoyamamıştır. İnsanlık, Allah'ın gönderdiği kutsal kitapları tahrif etmiş, peygamberlerine, havarilerine, mezhep kurucularına ve imamlarına zulmetmiş, hatta onları şehit etmiştir. Hz. İsa'nın havarisi Yahuda İşkariyot'un ihaneti ve Hz. Muhammed (s.a.v)'in vasiyeti olan Ehlibeyt'e yapılan haksızlıklar, Hz. Fatıma'ya verilmeyen Fedek arazisi, Gadir-i Hum'daki vasiyetin göz ardı edilmesi ve Kerbelâ faciası gibi olaylar, insanlık tarihinin en acı sayfalarını oluşturmaktadır.
Günümüzde dünya üzerinde 206 ülke ve yaklaşık 8 milyar insan yaşamaktadır. Ancak bu büyük nüfus ve sayısal zenginliğe rağmen, adaletsizlik ve eşitsizlik derinleşmektedir. Monako'da kişi başına düşen milli gelir, Burundi'nin tam 681 katı gibi çarpıcı bir uçurumu gözler önüne sermektedir. Dünya servetinin %45,8'i, nüfusun sadece %1,1'ine aitken, dünya nüfusunun %55'i toplam gelirin yalnızca %1,3'ü ile geçinmeye çalışmaktadır. Güçlünün haklı, mazlumun ise zulme uğradığı bir dünya düzeni hakimdir.
Peki, ülkemiz bu acı tablonun dışında mıdır? Maalesef hayır. Yaratılışımız dışında sahip olduğumuz her şeyi borçlu olduğumuz Mustafa Kemal Atatürk, bizlere özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı ve onurumuzu kazandırmış, 1.240.000 km²'lik Mavi Vatan'ı miras bırakmıştır. Ancak, onun değerini ne kadar bildiğimiz ve mirasına ne kadar sahip çıktığımız sorgulanması gereken bir konudur.
İnsanoğlu artık bencilliği, kibri, hırsı, yalanı ve dolanı bir kenara bırakarak, adil, eşit, kardeşçe ve yaşanabilir bir dünya için el ele vermelidir. Şair Cahit Zarifoğlu'nun "Burası dünya! Ne çok kıymetlendirdik. Oysa bir tarla idi; ekip biçip gidecektik." dizeleri, hayatın geçiciliğini ve asıl amacımızı ne kadar da güzel özetlemektedir.
İnsanoğlu, Allah'ın bahşettiği aklı ve onuru doğru kullanır, sorgular, araştırır ve bilimi rehber edinirse, dünya hem insanlık hem de tüm canlı âlemi için daha yaşanabilir bir yer olacaktır. Bugün zulüm, yoksulluk ve adaletsizlik bu kadar yaygınsa, bunun en önemli nedenlerinden biri de mazlumların zalimlere destek vermesi ya da sessiz kalmasıdır.
Unutulmamalıdır ki:
- Kartallar, ufukta gördüğünü kümesteki tavuklara anlatamazlar.
- Sorgulanmayan hayat, yaşanmamış hayattır.
Yüce Allah'tan dileğimiz; ülkemize ve tüm dünyaya yardım etmesi, insanoğluna aklını ve vicdanını doğru kullanmayı nasip etmesidir.
Yaşanılır bir dünya dileğiyle…