Iğdır, Batı Azerbaycan İrevan ajanlığının bir parçası olup (1828-1920) yılına kadar Rus işgalinde 92 yıl kalmıştır. Güneyinde geçit vermez Ağrı Dağı, Kuzeyinde Iğdır’ı Batıdan Doğuya bölen Aras nehri, Batısınsa Osmanlı devleti, Doğusunda Kaçar devleti ile sınır dar bir havzada yer almaktadır.
Iğdır insanı, bu dar havzada 92 yıl gibi uzun bir süre soydaşları ve kardeşlerinden uzak, tecrit bir hayat sürdü. 1917 Ekim devrimi ile Ruslar bölgeden çekildi. Iğdır insanı (1917-1920) yılları arasında Ermeni Taşnak çeteleri ile Ermeni güçlerinin zulüm, baskı ve soykırımını yaşadı. Bölge insanı canını, namusunu kurtarmak için Güney Azerbaycan, Osmanlı devletine sığındı. Yerinden, yurdundan, vatan toprağından uzak gaçgın düştü. Halk arasında büyük travma yaratan “Kaç Ha Kaç” sonucu binlerce Iğdırlı şehit oldu, aileler bölündü, ata yurdu İrevan Ermeni işgaline uğradı. Arazın o tayı, Arazın bu tayında, acı feryat dolu ağıtlar yükseldi.
Iğdır, 14 Kasım 1920 yılında Ermeni işgalinden kurtuldu. “Kaç Ha Kaç” sonucu gidenler vatan toprağına dönmeye başladı. “Kaç Ha Kaç” ile vatan toprağından gidenlerin çoğu çıktıkları o zorlu yolculukta ömürleri vefa edip bir daha dönemediler. Arazın o tayındaki kardeşlerimize yapılan zülüm neticesinde arkalarında kahpe Taşnak kurşunu önlerinde geçit vermez Aras nehri arasında ölüm ve cehennemi yaşayarak Iğdır’a geldiler. Cennetten çıktığına inanılan bereket kaynağı Aras nehri binlerce Azerbaycan Türkünün mezarı oldu.
Gidenlerin dönmesi, Güney Azerbaycan, İrevan göçmenleri, çevre il ve ilçelerden gelenlerle Iğdır tekrar canlanmaya, al bayrağımızın dalgalandığı vatan toprağı olmaya başladı.
Iğdır 3 devlete sınır sınırları kapalı, büyük şehir ve pazarlara uzak bir serhat Anadolu kasabası olarak 72 yıl geçirdi. Nüfusun artması, sulamada yaşanan sıkıntılar yüzünden Iğdır insanı batıdaki büyük şehirlere, yurt dışına Batı Avrupa ülkelerine göç etmeye başladılar. Bugün Iğdır ili nüfusu kadar bir nüfus Iğdır’dan göç etmiştir. Bir Iğdırlı gözü ile sıla hasreti çeken Iğdırlı kardeşlerimiz neyi özlüyor.
Iğdır insanı ata yurdu vatan toprağı yeşil Iğdır’ını çok özlüyor. Aras nehrini, Karasuyu, Kireleri, Ağrı Dağı’nı, direklerdeki Leylekleri, çağalayı, yoncayı, yemliği, salmancayı, gezeyağını, kirpiyi, kekik otunu, yarpızı, kaçak İran çayını, kıtlama çayı, taş köfteyi, iğde hoşabını, çeper, parmak, fındık, patlama iğdeleri, üzümü, kaysıyı, dutu, şeftaliyi, Iğdır’ın al elmasını, şalak ereği, Melekli şalağını, Aligızıl, Mürşitali karpuzunu, kelemi, alça badımcanı, tuma ekilen cüncütü
Taş ve tokmakla döğülüp yapılan taş köfteyi, tandırda çölmeye atılan baş ayağı, tandırda pişen pazıyı, katığ aşını, lavaşı, kalını, neziyi, omaç aşını, patates domates ile kızartılan köy toyuğunu, İran yasemin pirincinden yapılan piloyu, kazan dibi kazmağı, bozbaşı, kaysafayı, hörreyi, kuymağı, şorfayı, odun ateşinde semavarda pişen çayı, kaysafayı, erişteyi, yumurta kayğanağı, un helvasını, camış keresi, şorunu, motal peyniri, köy yumurtasını, bozbaşı, nenelerin sandığındaki lokumu, encili, nebat şekerini, kanfeti
Kabirsatanda yatan atamı, anamı, ölü Bayramını, Nevruz Bayramı, kuru kavak ağacındaki okulun önünde asılı ay yaldızlı al bayrağımı, öğrenci andımı, 23 Nisan çocuk 19 Mayıs gençlik bayramını, Kağı, çeneyi, patosu, kerenti çekmeyi, taplı, horumu, bendi, harmanı, koza çekmeyi, nağılı, carcarı, ark işlemeyi, yarma döğmeyi, keçe tepmeyi, erişte kesmeyi, patlıcan reçelini, una şamama koymayı, basma kesmeyi, pıtrak artamayı, kalağ kurmayı, sobada tezek yakmayı, tandırdaki ekmeği, ocakta pişen yemeği, taya hörmeyi, küleş taşımayı, su sulayıp kerdi kesmeyi
Ağ sakalılarımı, ağ piçek büyüklerimi, dükkan ve kahvelerdeki sohbet ve muhabbetleri, toyu, akardiyonun sesini, yalı gidip, bahşiş vermeyi, o akıcı güzel Azerbaycan Türkçesini, kirvemi, konuk, komşumu, hodaklık arkadaşlarımı, kayışa girmeyi, gizlenpaç, gerci, hol, aşık oynamayı, söğüt ağacınadan düdek, pazıdan araba, çamurdan değe yapmayı, kobçada bulağ açmayı, gölgeleri sayıp saat öğrenmeyi, barzında süzülmüş katığı, çamışa, ata, eşeğe binmeyi, koyunları boyayıp koç katmayı, kireyi, dağı, yaylayı, çadırı, semerde su getirmeyi, kerenti döğme, nasırgayı, sepeti, kom kesmeyi, beradanı, koyun kırkmayı, inek kaşarlamayı, camış yıkamayı, bilye oynayıp, yünden top yapmayı, yün eğirip, yünden çorap dokunayı, plazı, kilimi, kepçeyi, tahtıyı, pamuk, yün yatağı, dalıma yastığı altıma minder koymağı, konak otağını, yağmurdan damlayan evimizi
Kerpiç evleri toprak damları, su kuyusunu, artezi, kanal ve arklardan su içmeyi, senekteki serin suyu, evdeki beşiği, samanlıktaki yumurtayı, pini, zincir bağlı karabaşı, horozun ötüşünü, koyun, kuzu, ineklerin möyüllemesini, atın eşeğin kişnemesin, kirede kekliğin ötüşünü, kekik çayını, yayın, ala balığı, sıcakta terleyip soğukta üşümeyi, küke yatmış çilli tavuğu, lamberdin altında oturmayı, damdan kar küremeyi, radyodan aşık Eleskeri, pikaptan müzik dinlemeyi
Sinemayı, siyah beyaz televizyonu, simbat, arı maya, kendi, maryo, taş devri çizgi filimlerini, Dallas dizisi, hafta da bir oynayan Türk filimlerini, gazetenin yazısını, kokusunu, kağıt keseleri, pazar filesi, çerçileri, külle tabak yıkayıp, kille banyo yapmayı, yazın arkada, kanalda, barajda, kışın peyede yıkanmayı çok özledim.
Şimdi her şey var ama mutluluk yok, insanlar kalabalığın içinde yalnızlar. Evler genişlemiş, imkanlar artmış, insanlık ölmüş, yalnız ve sanal dostluklar hiç bir işe yaramıyor. Saygı, sevgi, arkadaşlık, komşuluk, vefa bitmiş. Akrabalık bağları tükenmiş, büyüğe saygı, küçüğe sevgi azalmış.
Eskiler mi güzeldi eskiden mi güzeldi. Biz aslında o eski günleri değil, o eskinin güzel insanlarını özledik