Bir zamanlar Ağrı Dağı’nın eteğinde, gökyüzüne yaslanan bir şehir varmış: Ahura.
Bu şehir öyle sıradan bir yer değilmiş; taşları dile gelir, suyu şifa verir, toprağı bereket saçarmış. Halkı ise taşın ruhunu anlayan, taşa can veren ustalardan oluşurmuş. Evlerinin duvarlarına işledikleri desenler yalnızca süs değil, göklerin ve yerin sırlarını anlatan mühürlermiş. Ahura insanları taşlara öyle bir sanat katarmış ki, dilden dile yayılarak başka ülkelerin saraylarına, mezarlıklarına, tapınaklarına kadar ulaşırmış.

Ahura’da yaşayanlar yalnızca taşla değil, toprakla da dostmuş. Ağrı Dağı’ndan süzülen suların önünü kesip teraslar yapmış, ovayı kat kat bahçelere çevirmişler. Bu yüzden Ahura’ya “Gökten gelen bereketin şehri” denirmiş.
Lakin hiçbir uygarlık ebedî değildir…
Bir gece vakti, gökyüzü kızıla bürünmüş. Ağrı Dağı’nın derinlerinde yatan Cehennem Deresi uyanmış. İçinde tutulan kar ve buz, kızgın bir ejderha gibi parçalanıp kopmuş. Kayalar, taşlar, çamurlar sel olup ovaya inmiş. Dağın öfkesi, şimşekler ve uğultular eşliğinde Ahura’nın üstüne çökmüş. Ağrı dağından gelen taş ve toprak yığınları şehri bir gecede altına almış.

O günden sonra Ahura’dan geriye yalnızca yüksek tepede koca bir mezarlık kalmış. Derler ki, oradaki taşların üzerindeki motifler hâlâ gece ışığında parlar. Ovada görülen teraslama tarlalar ise Ahura insanlarının bereketli ellerinin izidir.
Köy halkı anlatır: Bugünkü Yenidoğan köyü, Ahura’nın külleri üzerine kurulmuştur. Geceleri rüzgâr estiğinde, taşlara kulak verildiğinde Ahura’nın ustalarının çekiç sesleri hâlâ duyulurmuş. Ve Ağrı Dağı’na bakan her insan, o kayıp şehrin taşlarla yazılmış ebedî destanını hissedermiş.
Derler ki, eğer bir gün insanlar taşlara yeniden ruh gözüyle bakmayı öğrenirse, Ahura yeniden yeryüzüne yükselecek…
Kaynak: Iğdır Kent Arşivi
Yorumlar
Kalan Karakter: